Helen E. Fisher'ın 'Cinsel Aşkin Anatomisi' adlı eseri, insan cinsel ilişkilerinin ve aşkın biyolojik, evrimsel ve kültürel temellerini derinlemesine inceleyen çığır açıcı bir çalışmadır. Fisher, bu kitabında, romantik aşkı, bağlanmayı ve cinselliği yalnızca psikolojik veya sosyal olgular olarak değil, aynı zamanda derin biyolojik kökenlere sahip, beyin kimyasalları ve evrimsel süreçlerle şekillenen karmaşık bir sistem olarak ele alır. Kitabın temel argümanlarından biri, insan beynindeki dopamin, serotonin ve oksitosin gibi nörotransmitterlerin, çekim, bağlılık ve cinsel dürtülerde kritik roller oynamasıdır. Fisher, bu kimyasal kokteyllerin, türümüzün üremesini ve sosyal bağlar kurmasını sağlayan evrimsel bir mekanizmanın parçası olduğunu savunur. 'Cinsel Aşkin Anatomisi', aşkın üç farklı aşamasını tanımlar: tutku (lust), çekim (attraction) ve bağlılık (attachment). Her bir aşamanın beyindeki farklı kimyasal aktivite desenleriyle ilişkili olduğunu gösterir. Tutku, öncelikle cinsiyet hormonları (testosteron ve östrojen) tarafından yönlendirilirken, çekim, dopamin ve norepinefrin gibi uyarici kimyasallarla ilişkilidir. Nihayet, bağlılık, oksitosin ve vazopressin gibi bağlanma hormonlarının rolünü vurgular. Fisher, bu biyolojik temelleri antropolog ve evrimsel biyologların bulgularıyla birleştirerek, insanlarda aşkın ve cinsel davranışların evrensel yönlerini ortaya koyar. Kitap, farklı kültürlerdeki evlilik geleneklerini, boşanma oranlarını ve partner seçimindeki örüntüleri de analiz ederek, biyolojik eğilimlerin kültürel bağlamlarda nasıl tezahür ettiğini gösterir. Hedef okur kitlesi oldukça geniştir; romantik ilişkiler, insan davranışının biyolojik temelleri ve evrimsel psikolojiye ilgi duyan herkes bu kitaptan faydalanabilir. Özellikle psikologlar, sosyologlar, antropologlar ve biyologlar için önemli bir referans kaynağıdır. Benzer eserler arasında, Geoffrey Miller'ın 'The Mating Mind'i, David Buss'ın 'The Evolution of Desire'ı ve Randy Thornhill ile Craig T. Palmer'ın 'A Natural History of Rape'ı gibi evrimsel psikoloji ve insan üreme stratejileri üzerine odaklanan çalışmalar sayılabilir. Ancak Fisher'ın yaklaşımı, nörokimyaya ve beyin bilimine yaptığı vurguyla bu eserlerden ayrılır ve aşkı daha bütünsel bir biyolojik perspektiften ele alır.

Helen E. Fisher, 1945 doğumlu Amerikalı bir antropolog, biyolog ve yazardır. İnsan aşkı, cinselliği ve bağlanma üzerine yaptığı çığır açıcı araştırmalarıyla tanınır. Fisher, özellikle aşkın biyolojik ve nörokimyasal temellerini inceleyen çalışmalarıyla bilim dünyasında önemli bir yere sahiptir. New York'taki Columbia Üniversitesi'nden antropoloji alanında doktora derecesini aldıktan sonra, insan davranışının evrimsel ve biyolojik kökenlerine odaklanmıştır. Fisher'ın üslubu, karmaşık bilimsel kavramları anlaşılır ve akıcı bir dille okuyucuya aktarmasıyla bilinir. Bilimsel verileri, saha araştırmalarını ve kendi teorik çerçevesini birleştirerek, insan ilişkilerinin en temel ve gizemli yönlerini aydınlatmaya çalışır. Onun çalışmaları, aşkı sadece duygusal bir deneyim olarak değil, aynı zamanda derin biyolojik ve evrimsel kökenlere sahip bir süreç olarak görmemizi sağlamıştır. Helen E. Fisher'ın en önemli eserleri arasında 'The Sex Contract: The Evolution of Human Behavior' (1982), 'Anatomy of Love: The Natural Science of Monogamy, Adultery, and Divorce' (1992) ve 'Why We Love: The Nature and Chemistry of Romantic Love' (2004) bulunmaktadır. Bu kitaplar, onun aşkın biyolojisi üzerine olan temel görüşlerini ortaya koymaktadır. Fisher, çalışmalarından dolayı birçok ödül ve takdirle onurlandırılmıştır. Bilimsel makalelerinin yanı sıra, popüler bilim yayınlarında da sıkça yer almış ve televizyon programlarında uzman olarak boy göstermiştir. Özellikle 'The Science of Love' adlı belgesel serisindeki katkılarıyla geniş kitlelere ulaşmıştır. Kendisi, aynı zamanda New York'taki Kinsey Enstitüsü'nde kıdemli araştırmacı olarak görev yapmış ve şu anda New York'taki Magnus Hirschfeld Kültür Tarihi ve Cinsellik Araştırmaları Merkezi'nde araştırmacı olarak çalışmaktadır. Fisher'ın çalışmaları, 20. yüzyılın sonları ve 21. yüzyılın başlarındaki insan davranışları, evrimsel psikoloji ve nörobilim alanlarındaki anlayışımızı önemli ölçüde şekillendirmiştir. O, cinsellik ve aşk gibi konuları bilimsel bir zemine oturtarak, bu alanlardaki tabu ve önyargıları kırmaya yardımcı olmuştur.